29 Ağustos 2013 Perşembe

İkizlerle Kışa Hazırlık...


Bugün bizim mutfakta bir haraketlilik vardı ki sormayın gitsin. Başlığı okuyup da sakın küp küp turşular kurduğumuzu, yok efendim kavanoz kavanoz domates sosu hazırladığımızı ya da patlıcanları kurutmaya bıraktığımızı falan sanmayın. Biz sadece bilhassa ailece düşkün olduğumuz süt mısırların peşindeyiz :)

Bu sabah bir patates arabası hararetli hararetli "patatttteessss" diye böğürerek kapımızın önünden geçiyordu. İkizlerden biri derhal cama koştu. "Hani anne kaldır beni patatesçi geçiyor." İyi, ne yapalım?! İşi gücü bıraktık çıktık pencereye...Bu sırada patates kamyonu evin önünde durdu. Sonra evde patates olmadığı aklıma gelince 5 kg patates alıp sepetle yukarı çektik. İkizlerim kendilerine tiyatro sahnesi gibi gelen bu duruma bayıldılar tabii. Patatesçi amca mısır da lazım mı diye sorunca, hiç düşünmeden hayır dedim. Ama sonra düşündüm, hem ben hem de ikizlerim haşlanmış mısıra bayılırız. "Hadi bakalım amca 10 tane de mısır ver", evlatlarım kışın yokluğunu hissetmesin :)

İkizler ilk kez sapıyla çöpüyle mısır görüyor tabii. Sanki Toyzzshop'tan akülü araba almışım gibi havalara uçtular. Serdik sofra bezini yere başladık püskülleri sıyırmaya. Tabii bu arada gır gır şamata eşlik ediyor işimize. Yok bu mısır saçını taramamış hiç, püskülü çitiş çitişmiş, yok bu da banyo yapmamış içinden kurt çıkmış falan. Nihayet temizleyip mutfağa attık mısırları.

Ben diğer odaya geçtim sonra. Yeri bir süpürüvereyim de püskül kalmasın dedim (çok titizim ya). Bu arada ikizler boş durmamış. İçinden gerçekten süt çıktığının farkına varan yavrularım, mısırları duvarlara, sandalyelere, yerlere vura vura bir güzel ezmişler. Cinler tepemde tabii. Mısırlardan önce ikizleri haşladım bir güzel (ama şakacıktan) :))

İlk postayı haşladım şimdi uyanınca bir güzel afiyetle yiyecekler. İkinci posta da ocakta kaynıyor, onu da derin dondurucuya atacağım.

Eee hanımlar, sizin kış hazırlıkları nasıl gidiyor? :)

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Çok Oyuncağın Zararları: Bir Oyuncakseverin Anılarından!

İkizlerim doğmadan önce de bir oyuncakseverdim. Odamın bir köşesini illa ki bir kaç peluş hayvan kaplar ya da illa ki bir yerlere sıkıştırılmış barbie ya da porselen bebekler olurdu. İkizlerimin doğumuyla birlikte bu tutku/itki/heves ikiye üçe katlandı. Daha hamileyken bile eve oyuncak taşımaya başladım. Ne zaman alışverişe çıksam elim kolum oyuncak dolu döndüm eve. Çocukları oyuncakçıya götürdüğümüzde bakıp bakıp bir şey almadan çıkmaya yeltendikleri zaman kollarından geri çekip bakın bu da var, şu da var demişliğim bile vardır. Pazarda hususi olarak oyuncakçının önünden geçer, uyduruk plastik oyuncaklar dikkatlerini çeksin diye dua ederim.

Peki iyi mi ederim? Hayır, hiç iyi etmiyorum. Siz siz olun oyuncak sevdalısı olmayın. Bir kere paranızın büyük bir kısmını ya bir iki gün içinde kırılacak ya da sıkılınıp bir köşede unutulacak eyalara yatırmış oluyorsunuz. İkincisi ev o kadar kalabalıklaşıyor ki yeri geliyor adım atacak yer, oturacak bir köşe bulamıyorsunuz. Üçüncü olarak bu kadar oyuncak bolluğu içerisinde zavallı evladınız seçim yapamadığı için genellikle oyuncaklar yerine sizinle oynamayı tercih ediyor. Ve sanırım son olarak da evdeki kalabalıklık, ıkış tıkışlık sizi de çocuklarınızı da bunaltıyor ve sürekli olarak dışarı çıkma eğiliminde oluyorsunuz.


Bu fotoğrafta gördükleriniz evdeki oyuncakların küçük bir kısmı. Bir bu kadar daha başka bir sepette yatıyor. Ve neredeyse bir o kadar daha çekyat altlarında ve gömme dolaplarda gizleniyor.

Kendi kendime düşündüm bu böyle gitmez. İlk olarak ikizlerimin yaşına uymayan küçük oyuncaklarımızı ayırdım ve ihtiyacı olanlara verdim (Tabii cimrilik yine yakamı bırakmadı, sadece 3-5 parça ayırabildim). Yine de bir başlangıç sayılır değil mi ama?! İkinci olarak yaşlarına uygun olmayan bu sefer büyük gelen oyuncaklarımızı (100 parçalık yap-bozlar gibi) sakladım. Üçüncü olarak da en az sevdikleri, yüz vermedikleri oyuncakları koca bir çöp torbasına atıp gömme dolaba kaldırdım ki yokluklarını anlayıp özlesinler. Ve son olarak (en önemlisi) kendimi oyuncak almama konusunda motive ediyorum.

Bakalım oyuncak azaltma ve evi sadeleştirme planlarım ne kadar süre yürürlükte kalacak? Lütfen bana yalnız olmadığımı, böyle annelerin çoook ama çook yaygın olduğunu söyleyin :)

27 Ağustos 2013 Salı

Okuyorum...şey yani okumaya çalışıyorum!



Bir kitap okuma teşebbüsüm ile tekrar karşınızdayım. Saat olmuş 20:45. Koca bir günü geride bırakmışım. Eşim çocukları alıp parka çıkarmış, bunun üzerinden bir buçuk saat geçmiş. Hala dışarıdalar. Ben bu arada evi süpürüp silmiş, mutfağı toplamış ve çamaşırları asmışım. Baktım hala gelen giden yok vanilya aromalı kapiçinomu hazırlamışım. Onu yalnız bırakmak istemeyen Rulokat kutusu peşimize takılıp taa salona kadar gelmiş. Ne eksik diye düşünüyorum...Okunacak bir kaç satır hiç fena olmazdı hani! Bir kaç gün önce başladığım roman: Sen Olmasaydın Ben Ne Yapardım. D&R'ın indiriminden kaçırılmamış bir fırsat. Ancak elli sayfa kadar okuyabilmişim. Hoş rayihalı içeceğime neden eşlik etmesin ki diye düşünüyorum. Düşüncelerimdeki öğeleri bir bir masaya taşıyorum. Kitabın kapağını henüz açmışım. Fincanım elimde daha tek yudum çekememişim. O da ne? Kapı zili mi? Yok canım komşununki çalıyor. Hayır, kendini kandırma, kalk hadi kapı çalıyor!! Çocuklar dönmüş olmalı. Kitabı kaldırmalıyım hemen, yırtıp bana hediye olarak geri verme kapasiteleri yüksek. Fincanı yüksek bir yere kaldırmalıyım, hala çok sıcak. Rulokat'ı görmesinler, yemekten önce ıvır zıvır olmaz. Hayali kurulan öğeler bir bir geri taşınıyor...

Eh işte! Böyle vıdı vıdı kafanın içine konuşacağına içip okusaydın ya! :)

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Yine Çadır, Yine Çıldır!


Nedir bu çocuklardaki çadır tutkusu anlamadım gitti. Geçen kış bahsetmiştim neredeyse her akşam sandalye ve çarşafları kullanarak çadır yapıyor ve içerisinde oynuyorduk. Bu arada oyuncak odasındaki gerçek oyun çadırı boş boş duruyordu. Nedense onun içinde oynamak cazip gelmiyordu. Ben de yaza girer girmez ilk iş çadırı söküp kaldırdım. Hem oda ferahladı hem ben!

Ama o da ne, çadır kalkar kalkmaz sandalye ve çarşaflarla yaptığımız çadır beğenilmez oldu. Tutturdular "çadır da çadır". "Yavrularım oynamıyordunuz, ben de kaldırıverdim. Kışa yine kurarız." "Hayır efendim. Çadır da çadır."

Karşılıklı allem ettik kallem ettik nihayetinde rekabet benim galibiyetimle sonuçlandı. Nasıl mı? Her zaman yaptığımız çadıra bir kaç renkli mandal ve bir kaç parça plastik tel ekleyerek dikkatlerini cezbetmeyi başardım :) 2 yıldır kullanılmadan boş boş duran oyun çadırlarını da kısmetse kışa tekrar kuracağım. Ona da bir kaç düğme ve çıt çıt ekledik mi eminim içinden çıkmazlar :) Pratik annelere duyurulur !

25 Ağustos 2013 Pazar

Canım Catherine Arley'im !

Bu postuma siz deyin kozmetik yazısı ben diyeyim yeni yetme bir üniversiteli anısı. Yıllar yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanıp ilk defa ayak basmışım İstanbul'a. O zamanlar Şirinevler'de yaşayan bir kuzenimin olması büyük şans benim için. Ancak henüz bana çıkmamış olan yurt odasının kaybı da büyük talihsizlik. İstanbul'a alışmak maksadıyla kuzenim beni gezdirip duruyor. Bir seferinde de Bakırköy'deki Carousel Alışveriş Merkezi'ne götürüyor. Tabii memlekette böylesine büyük binalar görmemişim. Büyüleniyorum resmen. Ve İstanbul'daki ilk alışverişimi şu an adını hatırlayamadığım bir kozmetikçide gerçekleştiriyorum. Catherine Arley yeşil tonlarında ikili far. O zamanlarda da seyrek makyaj yapan biri olarak zaten azıcık olan kozmetik malzemelerim arasında en güzide yeri alıveriyor sevgili farım.


O kadar değerliydi ki benim için resmen "gıdım gıdım" kullanıyordum. O derece yani. Tabii bu duygusal cimriliğin sonucu olarak far yıllarca cekmece ve dolaplarda kullanılmadan süründü. Hatta son kullanma tarihi geçti. Hatta o tarihten sonra yıllar yılları kovaladı ve nihayet iki hafta önce sevgili farım bir çekmece temizliği esnasında tüm gençlik anılarımlar birlikte ortaya çıkıverdi :)) 


Farımdan çok memnundum, toz toz olup dökülmüyordu, hemen uçup gitmiyordu, yeşilin tonları tam benim sevdiğim gibiydi, ancak gelin görün ki artık küflenmeye yüz tutmuştu. Nihayet çöp kutusunu boyladı. Ah bu cimriliğin gözü kör olsun :)

Hala piyasada var mı bilmiyorum ancak bulursanız kaçırmayın derim!


6 Ağustos 2013 Salı

Her Yiğidin Bir Yoğurt Yiyişi Vardır!


Dün sabah kahvaltı sonrası minik mideleri henüz açıkmamışken, "anne biz meyveli yoğurt istiyoruz" diye tutturdular. "Annecim biraz bekleyelim mi, yeni kahvaltı yaptık" dedim ama nafile "yicez de yicez" diye tutturdular. "Tamam" dedim, nihayetinde onlar yerken ben de mutfağı toplayabilecektim böylece. Bir iki damla düşerse halıya isabet etmesin diye koruyucu olarak gazete serdim altlarına; hem biraz kültür-sanat-politika haberlerine bakarlar hem de atıştırırlar gibisine :)

Mutfağı toplamam toplam 7 dakika falan sürdü. Bir başka değişle sadece 7 dakika yalnız kaldılar. Bu esnada seslerini, konuşmalarını dinledim. Gülüşmeler, kıkırdamalar, çok güzelmiş mmmmmm gibi ünlemler, vs. vs. Neyse dedim kendi kendime, kırk yılın başında uslu uslu bir meşguliyet içerisindeler. Ben de mutfakta oyalanıyorum ki güya dikkatlerini dağıtmayacağım, kendi kendilerine vakit geçirmeyi öğrenecekler, kendi başlarına yeme alışkanlıkları ilerleyecek falan.

Bir süre sonunda içeri girdim, bir de ne göreyim!! Meyveli yoğurtları kaşık kaşık alıp kollarına bacaklarına bir güzel sürmüşler! Karşı karşıya kaldığım manzara karşısında gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Ben de fotoğraflayıp sizinler paylaşmayı tercih ettim :)

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Yeni Oyunumuz : Çamaşır Asmaca!


Ben ne zaman çamaşır asacak olsam ikizlerim benden önce balkona koşup iş bitirmeye yeltenirler. Yok çamaşır sepetini ben tutayım, hayır çamaşırları anneme ben vereyim, yok mandalları sen uzat, olmaz hepsini ben asıcam derken kendimi balkondan atmama ramak kala çamaşırı da mandalları da olduğu gibi bırakıp içerir gireriz :)

Her seferinde bu böyle olmaz dedim kendi kendime...demek çocuklar heves ediyor, içlerinde kalmasın. Balkon çoğunlukla rüzgarlı, ee oldukça da yüksek...çamaşırı değil asmaları, aşağı atmaları bile pek mümkün görünmüyor. Ben de  "yazıktır içlerinde kalmasın yavruların", ileride çamaşır asan bayanlara gıpta ya da nefretle bakmasınlar" diye düşünerek dün akşam saat 22.00 sularında onlara güzel bir çamaşırlık kurdum.

Daha önceden artan çamaşır iplerini iki sandalye arasına gerdim. Koca bir tabak mandalı ve kendi giysilerinden oluşan çamaşır yığınını da koydum önlerine. Önce şaşkın şaşkın süzdüler beni, sonra baktılar gayet ciddiyim hemen işe koyuldular. Hem onlar eğlenceli vakit geçirdi hem o saatlerde yorgunluktan tırlatmak üzere olan bendeniz biraz nefes almış oldum. Tüm analara tavsiye edilir :))


4 Ağustos 2013 Pazar

Bahanemiz Hazır: Emzik bırakmaya çalışıyoruz !


Son üç gündür ikizlerime emzik emmeyi bıraktırmaya çalışıyorum. Aslında geç bile kaldım bu iş için ama çiş eğitimiyle çatışmasını istemedim. Bebek psikolojisinin de bir sınırı var değil mi?! Her ne kadar ben onların emzikli hallerine bayılsam da diş ve damak sağlığı açısından kurtulmanın vakti kesinlikle geldi. Bir de annelerinin (yani bendenizin) yedi yaşına kadar emzik emdiği göz önüne alnırsa herhangi bir genetik bozukluk baş göstermeden bu işin içinden sıyrılmamız gerekiyor!

İlk hamlemi Cuma günü öğlen uykularında yaptım. Biraz mırın kırın ettiler ama böğürme, kendini yerlere atma, kafalarını duvara çarpma gibi olaylar gelişmeyince güvenim arttı. Kesin tavrımı ortaya koydum ve onları bu işe teşvik etmek için emzikleri hakkında ne kadar kötü dedikodu varsa yaptım: Emzikleri yere düşmüştü, üzerine saçlar dolanmıştı, üstelik yırtık olduğu için içine tozlar kaçmıştı. Ben de onları çöpçü amcaya verdim :) Tabii bu numarayı yemediler. "Eczaneden yenisini alırsın anne" dediler. Ben de ikinci taktik olan ödüllendirme aşamasına geçtim. "Eğer emziksiz uyumayı başarırsanız uyanınca alışveriş merkezine gideriz. Orada neler neler yaparız" dedim...ve uyudular.

Uyanınca ne mi oldu...önce emzik diye tutturdular, sonra alışveriş merkezini hatırladılar ve başladılar harıl harıl hazırlanmaya. Eşimi aradım, akşama Cevahir'e gitmemiz gerek dedim ve bir de baktım çoktan taksiye binmişiz bile. Önce oyun salonuna gitmek istediler. Cevahir AVM'deki ana oyun salonu hem kalabalık hem de gürültülüdür. Aklınızda olsun küçük çocuklar için olan salon bir alt kattadır. Orası sessiz, sakin, çocuklara uygun çok eğlenceli oyuncaklarla dolu. Üstelik çocuğunuzu bırakabileceğiniz güvenlikli gözetmenli bir bölümü de var. Bu bölümün hemen yanında kahve dünyası olması da cabası. Yani hem kahvenizi yudumlayıp hem de çocuğunuzun eğlencesine şahit olabilirsiniz. Ben bu zevkten mahrum kalıyorum çünkü ikizlerim bensiz oyun oynama becerisini henüz geliştiremediler!

Oyun salonundan çıkınca hamburgerciye gittik. Malum emzikten kurtulalım diye vermediğimiz söz kalmadı. Hamburger, patates kızartması, soğan halkası ve ayran da bunun lüksü oldu. Normalde dışarıda yemelerine izin vermiyorum ya da nadiren ev yemeğinin değerini anlasınlar diye yediriyorum :)
Yemekten sonra da oyuncakçıya gittik. Her gördüklerine sarıldılar. Daha bir kaç ay öncesine kadar oyuncakçıdaki oyuncaklarla oynar, sonra yerine koyarlardı. Şimdi ise alalım diye tutturuyorlar. Fotoğrafta görülen kırmızı üstü açık araba ve Pepee'nin tahta misketleri ile fotoğrafta mevcut olmayan iki adet zıp zıp top emzik bırama ganimetidir.

Oyuncakçının ardından hep birlikte kahve içmeye gidecektik ki aaaa bir de baktım Watsons'ta indirim var. Maaile girdik kozmetik alışverişine. Fotoğrafta görülen 2 adet ruj (Rimmel ve Maybelline marka) ve yine Maybelline marka bir maskara da böylece eve taşınmış oldu. Eee tamam artık hadi oturup bir kahve içelim dedik ki aaa o da ne?! D&R'da kitap indirimi devam ediyor. Bir de baktım elimde iki adet kitapla çoktan kasadayım :)

Nihayet Starbucks'a gidebildik de biz mis kokulu kahvelerin ikizler de çikolatalı muffinin tadına vardılar. Sonra bindik taksiye, haydi eve! Peki eve gelince ne gördüm dersiniz? Benim önceden eczaneye ve Avon'a sipariş verdiğim 99 marka güneş kremi (çocuklar için cildiyecimiz tavsiye etti, gayet memnunum) ve Rare Pearls marka parfümüm :)

Bu kadarı fazla değil mi? Emziği çocuklar bırakıyor ama bütün gün ben kendimi ödüllendirdim. Neyse ki bunun bahanesi de hazır: ben kendim mutlu olayım ki etrafımdakileri de mutlu edebileyim :)

İşte böyle...bugün üçüncü günümüz, halen uykuya dalarken ve uyanınca emzik diye inliyorlar. Bizim için dua edin de bu zorluğu da atlatalım bir an önce!

2 Ağustos 2013 Cuma

Mercimeklerden Resim Yaptık :)


Tatile gitmeden önce evdeki son bir kaç günümüz...Malum İstanbul'da iki gündür yağış var, bizim buralar bir de rüzgarlı ki sormayın. Yani iki gündür evde habis hayatı yaşıyoruz. İkizlerim başımın etini yiyiyor haliyle: Balkona çıkalım anne, parka gidelim anne, dışarıda top oynayalım anne...Tabii bu istekleri bastırıp onların hoşuna gidecek bir "ev meşgalesi" bulmak da bana düşüyor. Bugün bu görev uğruna yeşil mercimekleri harcadım.

İkizlerim uhu, makas, boya kalemleri ve resim defteri gibi kırtasiye malzemeleri ile vakit geçirmeye bayılır. Oturduk yine yer soframızın başına... "hadi" dedim, "biriniz güneş biriniz de bulut çizsin"..."mercimeklerden resim yapacağız". Bir sevindiler ki anlatamam...hemen havaya girdiler, yok uhuyu ben tutayım, mercimekleri ben dökeyim, güneşi kim çizsin falan filan...tabii mercimekleri yapıştırırken onların motor becerileri ve konsantrasyonları üzerinde çalıştık...bu esnada da epey bir zaman geçmiş oldu. Bir de baktım öğlen olmuş :))

Annelere tavsiyem mercimeklerden sadece mutfakta değil oyun odasında da faydalanın :)) "Mercimek köftesi yapamam ama iyi mercimek resmi yaparım" demiş bir atasözü :D

Bitmeyecek Öykü

Ve Bitmeyecek Öykü bitti! Kitap bir çocuğun, sınırsız bir hayal gücünün var ettiği Fantazya diyarına yolculuğunu konu ediniyor özünde. An...